YAZAR : Mustafa Çiftçi KATEGORİ : EDEBİYAT YAYINCI : İletişim Yayınları
Galeri denilen yer üç tane salon. Biz birinin işini bitirince gidiyoruz. Haftaya kalmadan diğer salon için çağırıyorlar. İş kolay, hem de makara yapıyoruz. Hasan’la tıkır mıkır çalışıyoruz. İşte böyle çalışırken ben O’nu gördüm.Beyaz bir elbise giymiş, boynuna kırmızı bir şey sarılı, yürümüyor, sanki uçuyor. Geldi salonun en dibindeki resme bakmaya başladı. O resme bakıyor, ben O’na bakıyorum. Ne kadar baktık bilmiyorum, Hasan gelip koluma vurdu. - Bora Bey seni çağırıyor. "Geliyorum,” deyip kafamı çevirdim ki, O gidiyor. Yozgat’tan Ankara’ya gidenler, Ankara’dan Yozgat’a dönenler... Böcüklü saksılar, hayırlı kısmetler, Pabrikalar, yevmiya hesabı yapan ırgatlar, usul aksak evlerine varanlar, perzulaya yumulanlar, kalbi taş olanlar, dudakları kıpır kıpır diyeşet okuyanlar, essahlı konuşanlar... Oy oyy Doktur melhamı yok mu bunun? Bozkırda Altmışaltı’yla tanıdığımız, iyimser ve insancıl Mustafa Çiftci dünyasının ilk örnekleri. Adem’in Kekliği ve Chopin, Çiftci’nin ilk hikâye kitabı...
Cevizin dibi kaynıyordu. Aslı’nın gelin gideceği yer Marmaris’ti. Oradaki bir sarrafla evlenecekti. Kızlar laf kazanını habire harlıyorlardı. Ben yine gizli yerimdeydim. Herkes konuşuyordu. Aslı susuyordu. "Ne şanslısın. Tüm yıl tatil gibi olacak sana.” "Sen zaten altın gibiydin, bir de altıncıya düştün kız.” "Altın suyuna battın da çıktın say bacım.”Herkes, her şeyi diyordu da bir tek Aslı’nın dilinde laf yoktu. Evlerde, yollarda, yol kenarlarında lafazanlıklar, eprimiş pabıçlar, hardal sarısı pantollar, it ayağı yemiş gibi gezen gobeller... Yalan dünya, zalım dünya... Sen bekle ecik, bir yağmur yağacak düzelecek her şey...Ah Mercimeğim, en olmayacağı olur eden sebatkârlığın hikâyeleri. Aşkın ve tutunmanın halleri...Mustafa Çiftci’nin yeryüzüne iyilikle bakan masalsı dünyasından...Taşranın ağrıları, heves ve rüyaları...
YAZAR : Ahmet Yaşar Ocak KATEGORİ : DÜŞÜNCE YAYINCI : İletişim Yayınları
Ahmet Yaşar Ocak’ın bu incelemesi, onun "kitabi"-" ortodoks" İslamiyet dışındaki Müslümanlık anlayışları ve pratikleri hakkındaki araştırma zincirinin önemli halkalarından birini oluşturuyor. Türkler, Türkiye ve İslam ve Türk Sufiliğine Bakışlar’dan bildiğimiz kuramsal bakışı ayrıntıya indiren bu usta zanaatkar ürünü çalışma, "Anadolu heterodoksisi" tarihine değerli bir katkı sunuyor. Kitapta, eski Türk inançlarının, şamanizmin, Uzakdoğu ve İran dinlerinin, Hıristiyanlığın, Yahudiliğin putperestliğin İslam öncesi dönemde Türk topluluklarını nasıl etkilediği ve İslam sonrası hangi motifleri miras bıraktığı üzerinde duruluyor. Dönemler ve dinler boyunca hayat eden kültlere, doğaüstü inanışlara, sağaltma ritüellerine, "hayır" ve "şer" alametlerine vb. dikkat çekiliyor. Sözkonusu motiflerin ve tarihsel mirasın izi, önemli Bektaşi menakıbnameleri boyunca sürülüyor: Hacı Bektaş-ı Veli, Hacım Sultan, Abdal Musa, Kaygusuz Baba, Seyyid Ali Sultan, Sultan Şecaüddin, Osman Baba menakıbnameleri ve Babai hareketinin Menakıbname-i Kudsiye’si... Din tarihine sosyal tarihçilik perspektifiyle bakan Ahmet Yaşar Ocak, dinsel külltürleri tarihsel ve toplumsal arkaplanları ve karmaşık etkileşimleri içinde tahlil ederek, bu ülkeyi anlamak açısından vazgeçilmez bir pencere açıyor.
YAZAR : Yakup Kadri Karaosmanoğlu KATEGORİ : EDEBİYAT YAYINCI : İletişim Yayınları
Milli Mücadele yıllarında hiçbir çıkar gözetmeksizin yurtları için çalışan bazı subayların ve politikacıların zaferden sonra “sermaye çevreleriyle ilişkileri” ya da “arsa spekülasyonu”, “taahhüt işi” gibi girişimlerle zenginleşmeleri, “inkılap”a boşvermeleri. Romanın kadın kahramanı Selma’nın yaşamı izlenerek Milli Mücadele inancının ateşli dönemleri ve sonrası anlatılıyor.
YAZAR : Gündüz Vassaf KATEGORİ : KÜLTÜR YAYINCI : İletişim Yayınları
Gündüz Vassaf’ın kalemiyle Annesi’nin Hikayesi. Öksüz bir Rumeli kızının Osmanlı İmparatorluğu’nun sınırlarında başlayan hayatı bize gündelik yaşantının unutulmuş pek çok ayrıntısını tanıtarak bilinmeyen evlere misafir ediyor. Osmanlı, Cumhuriyet Türkiye’si ve ABD’de yüzyıla yakın süren çarpıcı bir yaşantının ışığında kadının toplumdaki yeri. İmparatorluğun son yıllarında Balkanlar’da dindar bir ailenin Türk katliamı öncesi günlük yaşantısı, Yunan işgali altında Anadolu, İstanbul’da tek başına yaşayan bir genç kadının yılları, Robert Kolej ve Üniversite’de felsefe öğrenciliği Belkıs Halim’in anılarında birer birer canlanıyor. Genç Cumhuriyet’e alışmanın acı tatlı serüvenleriyle de karşılaşıyoruz. Kitapta, Çamlıca Kız Mektebi’nde jambon devrimi, çapkın kurancılar, İstanbul semalarında atılan kızlı erkekli uçak turları ve tabii başımızdan eksik olmayan gizli polisimiz. 2. Dünya Savaşı yıllarında Harvard da erkekler arasında okuyan bu tek kadının Amerika’nın akıl hastanelerinde yarım asır süren psikologluğu... Soğuk savaş yıllarında Ankara’da Amerikan askerlerinin "beyliği", Moskova’da Türk komünistlerinin ibret verici serüvenleri. Orhan Pamuk’un "düz yazımızın en özgür ruhlu kalemi" diye tanımladığı "Cehenneme Övgü" ve "Cennetin Dibi" kitaplarının yazarı Gündüz Vassaf bu sefer de annesiyle paylaştıklarını tarihle buluşturuyor.
YAZAR : Ulus Baker KATEGORİ : KÜLTÜR YAYINCI : İletişim Yayınları
"Ya okuyanın hali? Turgut Uyar’ın dizesini yeniden formüle edersek, burada herkes kendi gecesiyle yüz yüzedir artık. Belli bir takatsizliği veri alacağız. Yetişememek, yakalayamamak düşüncesi de bize eskisi kadar kaygılayıcı gelmemeye başlayacak belki. Ve o ilk mecalsizliği kızgınlığın (ve apansız sevinçlerin) yardımıyla atlattıktan sonra, geceningeç saatlerinde, orada ileride yavaş yavaş, bizimkine çok benzeyenama enerjetik yüklerinden arınmış bir dünyanın sözlerden oluşmayabaşladığını görebileceğiz...”Orhan KoçakUlus Baker’in yazılarının, Orhan Koçak’ın kitaba yazdığı arkasözden deanlaşılabileceği gibi, daha çok üslupla, ele alma biçimiyle, "ruh hali”yleilgili bir yanı var. Ama bir de analitik bir yanı var bu yazıların – sadece"literatürü bilme”yle değil daha çok zekâyla ilgisi olan, yaratıcı, özgünanalitik kıvılcımlar çaktıran bir yanı... "Akademik” yazında da, "politik”yazında da, "gazeteci yazılarında” da pek nadir bulunan bir yan bu.Onun için "Ulus Baker yazısı” deniliyor! O analitik potansiyel, genellikleaşındırarak gerçekleştiriyor kendini. Yerleşik kabulleri, kalıp-argümanları,söz alışkanlıklarını, kuramsal "töre”yi aşındırarak...Bu kitapta göz önündeki birçok konuyla ilgili aşındırma denemesi yeralıyor: Kapitalizmin "doğası” ya da işleyiş mantığı... Psikanaliz kuramı...İslâmcılık... Milliyetçilik... Marksizm ve Marx’ın kuramı... Sol Hareket,ÖDP...
YAZAR : Latife Tekin KATEGORİ : ÇOCUK YAYINCI : İletişim Yayınları
"Kadınlar kucaklarından bebeklerini atıp ellerine keserleri aldılar. Erkekler karınlarını küreklerin saplarına verip konduların önünde durdular. Konduların birinin duvarını tekmeyle yıkan bir yıkımcı, topal bir kadından ilk darbeyi yedi. Kanlar içinde yere serildi. Yuvarlana yuvarlana ta dereye indi. Konducular topluca yıkımcıların üstüne atıldılar. Kuşlar kanat çırpıp bulutlara yukarı uçtu. Yıkıcımlar kazmalarını bırakıp dere aşağı kaçtılar." Berci Kristin Çöp Masalları, kentin kıyısında, geniş çöp sahaları ile sanayi bölgesi arasında kurulan bir gecekondu semtinin hikâyesidir. Geride bıraktıkları kırsal çevrenin gelenek ve alışkanlıkları ile büyük şehrin maddi olanakları arasında sıkışıp kalan insanların hayata ve kente tutunma mücadelesi. Bir yanda yoksulluğu aşmak için yoğun bir çaba, diğer yanda büyük şehrin getirdiği yozlaşma, yıpranma, boş inançlar, tutkular, özlemler... Latife Tekin manilerle, tekerlemelerle ördüğü, kendine has diliyle öyküsünü anlatırken, yoksulluğa, yabancılığa, sürgün edilmişliğe sahici ve içeriden bir bakışla yaklaşıyor. Bir gecede türeyen ve "alnında kara derin harflerle, fabrikalar, çöp ve rüzgâr yazılı" kondularda yaşananları, gerçekçi bir noktadan ve şefkatle anlatıyor. "Bu ‘cinli kız’ Türkiye’de yaşayan insanların çok kalabalık bir kesiminden seçtiği kişilerin inançlarını, tutkularını, sevgilerini, boşinanlarını, sürekli didişmelerini anlatırken, neredeyse ülkemizdeki ‘akla aykırı’ yaşama biçiminin nedenlerini de sergiliyor." Memet Fuat
Handan bakındı bakındı, ''Yumurta alayım,'' dedi. ''Ama az olsun. Taze olsun,'' dedi. "Nasıl olsa burayı öğrendim. Gelir taze taze alırım,” dedi.Sen gel tabii. Senin gelmediğin dükkânın ben anasını satarım. Sen gel tabii. Senin almadığın yumurtayı ben yere çalarım.Sen gel tabii, ben tüm Yozgat’ı bırakır tüm malı sana saklarım sultanım, diyemedim. ''Her zaman,'' dedim. ''Her zaman bekleriz.''Her işin ivilini civilini bilen esnaflar, Çamlığa çıkan, Yozgat’a yukarıdan bakan aşıklar, öpçe bebeler, sesi kılavlı, öyle ataşlı öyle delikanlı kopiller, iyi pişmiş gözlemeler... Tina'nın çilleri var. Aziz Efendi ne kokuyor? Ayva, sobanın üstünde döne döne pişiyor. Mahalleye Bursa’dan bir Mersedes geliyor, Piç Sevi nasıl da çalım atıyor, Refet Efendi nasıl da dertleniyor... Lan Şahin, yazık değil mi Memnune’ye? Yazık değil mi sana?Mustafa Çiftci, şeker gibi iyimser hikâyeler anlatıyor taşradan, kıtlıktan... Kara sakız, kendir, kına, kaya tuzu, iğde... "Vatandaş, ne isterse vereceksin, yok demeyeceksin.”Bozkırda Altmışaltı, gülerek memlekete bakıyor... Allah için, Elif de kolay unutulmuyor işte...
YAZAR : Cemil Meriç KATEGORİ : DÜŞÜNCE YAYINCI : İletişim Yayınları
Bu Ülke, Cemil Meriç’in “aynı kaynaktan fışkırdılar” dediği eserler dizisinin önemli bir halkası. Bir çağın, bir ülkenin vicdanı olmak isteği Meriç’in bütün çabasına her zaman yön vermiştir: “Bu sayfalarda hayatımın bütünü, yani bütün sevgilerim, bütün kinlerim, bütün tecrübelerim var. Bana öyle geliyor ki, hayat denen mülakata bu kitabı yazmak için geldim; etimin eti, kemiğimin kemiği.” Bu Ülke, Meriç’in sürekli etrafında dolandığı Doğu-Batı sorunu yanında, sol-sağ kutuplaşmasına ve kalıplaşmasına ilişkin önemli tesbit ve aforizmalarını da içeriyor.
YAZAR : Şule Gürbüz KATEGORİ : EDEBİYAT YAYINCI : İletişim Yayınları
"Beklemek, bir şeyin yoluna ve haline girmesini beklemek, beklerken olacak olanın olması için gereken her türlü başka hale geçişlere, kalışlara tahammül etmek ne zor şeydi. Başı da, ortayı da, sonu da bilip beklemek ne tahammülü güç şeydi. Tanrı’nın da yaptığı bu muydu? Baş, orta, son belli, helak kaçınılmaz, ancak önemli olan o zamanı geçirmek, o zamandan geçmek. Ve geldiğinde gelmemiş gibi, bilmemiş gibi, yaşamamış gibi gelmek, rüyayı görüp uyanmak ve ‘Neyse rüyaymış,’ demek ve aynı yerden uyumaya devam etmek. Yaşamaya da, ölmeye de yazık. Bu ölüm için yaşamaya, bu yaşamak için ölmeye yazık. Mezarlıklara, servilere, süsenlere, nisan sonunda açan katırtırnaklarına, telaşlı karıncanın adımlarına yazık, mezar taşına konup da bağıran karganın sesine yazık, ölüme ağlayan şaire, yaşam var zanneden filozofun nefesine yazık, şen taklalarla ilk senelerinde koşup zıplayan, ağaçlara tırmanırken seyredilip seyredilmediğini kontrol eden kedinin tırnaklarına yazık, ağdaki balığa, lokantada onu bekleyen anguta, önce ön iki ayağını sonra arkadakileri ovuşturup bu hareketinden büyük kâr ve kisve uman karasineğe yazık, hortumunu sallayan koca file, sanatlı sıçrayışı ile dahi boşluğu dolduramayan yunusa yazık, grafon kâğıdından gelincik ve petunyalara, en pürüzsüz çakıl taşına, kum olmuş zavallıya, sağdan sağdan yürüyen eşeğin inadına, yol kenarlarındaki ısınmış dikenlere, kozalağın içindeki fıstığa, duvara yapışmış yosuna yazık, bu topu binyıllardır çevirip duran sema-i muğlâka, titreyen kanatlara, açılan göğe ve onun katmanlarına, havanın, suyun olduğu, olmadığı yerlere yazık."