YAZAR : Attila İlhan KATEGORİ : DÜŞÜNCE YAYINCI : İş Bankası Kültür
"Cumhuriyet kuşaklarının dramı Atatürk sonrasında başlar. Çağdaşlaşmayı batılılaşma yapan sonrakilerdir. Hiç değilse, müdafaa-i hukuk doktrinini ulusalcı içleminden soyanlar, Dersaadet tipi kozmopolit bir batılılaşmayı Ankara’ya göçürüp Cumhuriyet’in ‘resmi’ tutumu yapanlar, onlardır. Avcıoğlu, yeni devletin ilk yıllarından itibaren, Bâbıâli’nin, köhne kadrolarıyla Ankara bürokrasisini ele geçirdiğini yazar. Yalnız bürokrasiyi mi? Kuva-yi Milliye ruhunu da ele geçirip dağıtmışlar, devrimin ideolojisini şaşılacak bir çabuklukla yozlaştırmışlardır.” - Attila İlhan
YAZAR : Sait Faik Abasıyanık KATEGORİ : EDEBİYAT YAYINCI : İş Bankası Kültür
"Hafif bir rüzgâr, köpeğin sarı tüylerini, adamın sarılı beyazlı sert saçlarını oynatıyordu. Adamın yüzünde manalı hatlar vardı. Sevilmemişlerin, çok üzülmüşlerin, sarhoşların, bir zaman güzelken çirkinleyivermişlerin, okumuşların, hasılı iç rahatsızların yüzlerindeki ifade... (...) Gözlerinin etrafında yedi sekiz çizgi, hayatında çok güldüğünü değil, yüzünü güneşe verip mavi gözlerini kıstığını ifade ediyor dersem, inanmalısınız! O, aynaya baktığı zaman, bu çizgilerin gülmekten değil, güneşe bakmaktan olduğunu, köpeğine söylemiştir. Bir köpeğe söylenilmiş lakırdıyı komşulardan hiçbiri işitmemiştir, denebilir mi?"
YAZAR : Muharrem Buhara KATEGORİ : ÇOCUK YAYINCI : İş Bankası Kültür
" Sana birşey itiraf edeyim mi? Bende seni görünce ne yakışıklı çocuk dedim. İyi ki bunun sınıfına düşmüşüm." Bu itirafı duyunca zınk diye ani bir frenle duruyorum. Demek ne yakışıklı diye düşünmüş ha... Vay be. Birden kendimi dinozor kadar büyümüş hissediyorum. Valla, sirreus mudur, tirreus mudur ne karın ağrısıysa, vız gelir bana. Burcu bana aşık olmuş. Sevinçten öyle bir nara atıyorum ki, Tarzan yanında vız kalır. İnternet Canavarı, muzip ve eğlenceli bir aşk hikayesi. Kahramanımız Sezai'nin sınıflarına yeni gelen Burcu'ya olan aşkı anlatılıyor. Muharrem Buhara bu çocuk romanıyla, merkezi İsviçre'nin Basel kentinde bulunan İnternational Board on Books for Young People (IBBY) - Gençlik kitapları Yönetim Kurulu'nun onur listesine alındı.
"Bu çocuk, her kimse, benim hayatımı kurtardı. Kendisine minettarım."Bana baksana sen arkadaş... hoop... kardeş... ufaklık..." Şöyle sıkı sıkı tutunduğum yerden çevik bir vücut hareketiyle dönüverdim kendisine.O ne? Aman Allahım. Bir bu eksikti.Kara kara bulutlar üstümüze doğru geliyor. Ya da biz onların üzerine gidiyoruz. Dümeni bozulmuş gemi gibiyiz. Kapkara bulut yığınları var tam karşımızda."Oğlum... düzeltsene şu bulutu ya... bu tarafa çevir. Geri döndür. Tüyelim burdan... Hadiii..."Derken sıkı bir çarpışma oldu."
Ama, görün bakın şimdi nasıl bir sorguya çekeceğim kendisini. Hah ha... cevap vermesin de görelim bakalım.
Yeni bir kitabın ilk sayfasına bu kadar saçma sapan, garip, anlamsız bir başlık yazılamaz. Yakında... Ne demek şimdi bu? Yaratıcılık sıfır, merak ettirme sıfır, ilgi çekme sıfır... Hepsini biliyorum. Ama lütfen biraz sabır. Siz ki üç kitabın sayfalarını "fırt fırt" çevirip, bir solukta bitiren okurlarsınız. Bir "anlamsız" sözcük sizin için ne ki... Takılmayın siz. Ayrıca durumu hemen açıklayacağım... İnternet Canavarı bugünlerde doğum gününü kutluyor, ama halinden pek memnun değil. Kız arkadaşı ailesiyle birlikte yurtdışına gitmiş ve artık bağlantıları kopmuş. Yeni bir kızdan hoşlanıyor ama bu kız onu beğenecek gibi görünmüyor. Yoksa beğenir mi?
YAZAR : Sunay Akın KATEGORİ : EDEBİYAT YAYINCI : İş Bankası Kültür
Yoksul olsa da bir yığın oyuncak yapardı babası, Hans Christian Andersen’e. Ayakkabı tamircisi olan babasının hünerli ellerinden çıkan bez kuklalar ve onları oynattığı sahne, Danimarkalı ünlü yazarın çocukluğunda en çok sevdiği oyuncaklar olur. Andersen, kendisini 1841 yılında İstanbul’a taşıyan geminin küpeştesinde "Züleyha" adlı altı yaşındaki bir kız çocuğuyla ahbaplık kurmayı başarır. Evet, bu bir başarıdır; çünkü Türk çocukları yabancılarla muhatap olmamaları konusunda sıkı tembihlidirler. Ama Andersen, dizlerine bile oturtur Züleyha’yı. Bu dostluğun başlangıcı ise bir oyuncaktır: "Bana oyuncağını gösterdi, her iki kulağının arkasında minicik birer kuş bulunan at biçimindeki bir su testisiydi bu; Türkçe konuşabilsem hemen bu oyuncağa dair bir masal uydurup anlatırdım ona." Andersen'in, Züleyha'nın elinde gördüğü bir Eyüp oyuncağı olmalı; kulakların arakasında birer minik kuş bulunan at biçimindeki bir su testisi".. Dizlerine oturduğu yabancının, çocuklar için en güzel masalları kaleme alan bir yazar olduğunu bilmeyen Züleyha şaşırtıcı bir davranışta bulunur: "Çanakkale Boğazı'ndan Marmara Denizi'ne doğru giderken, Asya'nın kızı bir öpücük verdi bana... "Bu masum öpücük, hayal dünyasını harekete geçirir Andersen'in... Ve başlar, içinde Züleyha ve elindeki oyuncak olan bir "Bin Bir Gece" masalı düşlemeye... diye fısıldar kulağımıza Sunay Akın. Kurmacayla gerçekliğin büyülü aralığında kaleme alınmış usta öyüklerinden birinde...
YAZAR : Yusuf Has Hacib KATEGORİ : TARİH YAYINCI : İş Bankası Kültür
Yusuf Has Hacib (yaklaşık 1019-1085): Balasagunlu Yusuf, 11. yüzyılın en önemli Türk şair ve düşünürleri arasında yer alır. Hakkındaki bilgiler büyük ölçüde eseri Kutadgu Bilig’deki ifadelere dayanır. Karahanlılar döneminde yaşamıştır. Balasagun’da yazmaya başladığı eserini Kaşgar’da tamamlamış, Karahanlı hükümdarı Ulu Buğra Han’a sunmuş ve has hacip unvanıyla ödüllendirilmiştir. İyi bir eğitim gördüğü, Arapça, Farsça ve İslam öncesi Türk kültürünü iyi bildiği anlaşılan Yusuf Has Hacib, eserinde devlet adamlarının niteliği, birey, toplum, devlet ilişkilerinin nasıl düzenlenmesi gerektiği üzerinde durmuş, yaşadığı toplumun geleneksel değerlerine uygun olarak iyiliği, erdemi ve akılcılığı önermiştir.
"(Sait Faik’e) geceleri sinemalarda rastlardım. Tanışmazdık. Sinemanın ön sıralarına oturur, koltuğuna iyice gömülürdü. Koyu yeşil bir pardösüsü, çok dar kenarlı, kafasının biraz üstünde kalan kahverengi bir şapkası vardı. Sinema dönüşü dalgın, Beyoğlu’nun gece yarısı kalabalığına dalar, çeker giderdi. Sinemada bulunanlar arasında bu gedikli birinci mevki müşterisinin yazısını okuyan var mıdır acaba, diye çok düşünmüşümdür. Kuşkusuz, yoktu. Sait Faik, edebiyattan hoşlanacak bir okur topluluğunu hazır bulan talihli yazarlardan değildi. Okurunu yetiştiren, eğiten, okuruyla birlikte oluşan bir yazardı. Gerçek talihinin de bu olduğu söylenemez miydi?"
"(...) Mahalle çocuğu, Sait’in hikâyelerinde bir iki tane değildir; birçoktur. Bunu, onun bu yaşa kadar değişmemiş mizacına veriyorum. Bence Sait Faik ne genç hikâyecidir, ne ihtiyar. Bence o, kırkını aşmış bir mahalle çocuğudur. Ama sakın bu hükmü onu kötülemek için söylenmiş bir söz sanmayın. Çocuk deyişim ona gençlikten daha genç bir yaş biçişimden, mahalle çocuğu deyişim de onu, ekseri mahalleden yetişenler gibi, halktan bir insan, halka bağlı bir insan sayışımdan ileri geliyor. -Orhan Veli Yaprak-, 1 Şubat 1950